13 Şubat 2017 Pazartesi

Ah Mercimeğim

.......Belçika'daki dayıoğluna Türkan'ı vermiş. Birbirlerini hiç görmeden nişanlı olmuşlar.
-Adamın fotoğrafını bile mi göstermediler? 
-Kenan Kalav'a benzermiş.
-Onu bilemedik, başka kime benzer?
-Bizim Türkçe hocasının bıyıklısını düşünün ama saçı o kadar kabarık değil. 😄😄

Hayatın yükü erken biner omuzlarına onların. On yaşında çocukluğu ölür, on birinde ekmek parası kazanmaya çıkar gurbete. Cigaraya erken başlarlar bu yüzden. Elleri, yüzleri otuz yaşında buruş buruş olur. Hakkı Bulut, Orhan Gencebay gibilerinin şarkıları canlarını çok yakar. Onların gözünde Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi eşkenar bir üçgenden başkası değildir. Çok zaman aç gezer ama tok osururlar. Yoksulluk alın yazısı olsa da bunu bilir ama namerde muhtaç olmadan yaşamak ve adam gibi ölmek isterler. Herkesin ortasında ağlayıp erkekliğe bok sürdürmezler. Gizli gizli ağlarlar. İçli içli. En büyük hayalleri kaloriferli evde oturmak, takım elbise giymektir. Şimdiki nesil bilmez ama onlar çok iyi bilir, babaları başlarını ne zaman sevgiyle okşadıysa o anı mıh gibi kazırlar akıllarına. Onların gözünde okul müdürünün önünde şiir okumak öyle her babayiğidin harcı değildir. Cesur adamlara göre bir iştir. Birini sevmek; insanın tüm kalbiyle, tüm bedeniyle, hatta tüm varlığıyla yapacağı bir iştir. Bunu böylece bilirler. Sözlerine yalan, aşlarına haram katmazlar. Alnı açık, yüzü ak olmayı önemserler. Cahildir pek çoğu. İtin taştan yıldığı gibi yılarlar devletten. Hayınlık yoktur kumaşlarında. Saman altından su yürütmezler. Neyse gönüllerinde yatan aslan, vakti zamanı gelince çatır çatır söylerler. Yufkayı yağda kavurur üzerine yumurta kırarlar, onu da yağsız yufkayla yerler. Adına omaç dedikleri bu ziyafeti şu yalan dünyada tatmadan ölen adamın haline acırlar. Kimliksiz doğar, koskoca Türkiye Cumhuriyeti'nin ruhu bile duymadan senelerce yaşarlar. Arkadaşları için gözyaşı döker, ananın babanın gölgesinde soluk almanın dünyanın en konforlu işi olduğunu bilirler.

Kim mi bu adamlar? Tabi ki bozkırda doğanlar. 😊

Anadolu'nun her yerinde bulabileceğiniz çiçek gibi adamlardan bahsediyorum. Babanızdan, dedenizden, baba annenizden, amcanızdan... Etrafınıza biraz dikkatli baktığınızda bu özelliklerin en azından bir kaçını taşıyan, bir kaçını yaşayan adamlardan birini tanıyorsunuzdur. Belki de siz yaşamışsınızdır? Kim bilir, ilk aşkınızla göz göze geldiğiniz yer bir ceviz ağacının dibidir. Bir tarihte babanız ekmek derdine düşüp çoluğu çocuğu bir kamyon arkasında bilinmeze doğru götürmüştür. Belki öksüz bir arkadaşınız olmuştur, sahipsiz kalmıştır. Evinize götürüp aynı döşekte uyumuşsunuzdur? Şu uyduruk düğün şarkıcılarından birinin tıngırdaması bir an bile olsa yüreğinize dokunmuştur. Kim bilir? 😊 Belki siz de köfte ekmeğin hamburgere göre daha samimi olduğunu anladığınızda çok geç kaldığınızı düşünmüşsünüzdür. Kim bilir?


Mustafa Çiftçi'nin son hikaye kitabı Ah Mercimeğim'den bahsediyorum. 107 sayfalık çok keyifli bir moladan. Hararetli bir okuma önerisinden bahsediyorum. Ah Mercimeğim isimli hikaye kitabından. 

Bazı yazarlar vardır. Yazdığı romanın/hikayenin teknik ayrıntılarını çalışır. Yazacaklarının gerçeklikle örtüşmesi önemlidir. Söz gelimi hikaye nerede geçiyorsa o bölgeye gider, tarihi kayıtlara bakar, müze ziyaretleri yapar, bilimsel indekslere bakar, yaşayan tanıklarla röportaj yapar. Tüm bunlar ortaya teknik yanı güçlü kitaplar çıkarır. Bu tarz kitaplarda yazar teknik şartlara o kadar çok enerji harcar ki zaman zaman içtenlik denilen o tuhaf duygu ortadan kayboluverir. Sonuçta ortaya mekanik yanı güçlü ama duygu yanı cılız kitaplar çıkar.  

Bazı yazarlar ise hiç ders çalışmazlar. Ne bilimsel indekslere bakar ne de o dönemin vakanüvislerinin notlarını okurlar. Onlar sadece yazarlar. Bu yazma işi çok zaman kendiliğinden olur. Yazar, kalemi kağıdın üzerine bırakır ve olanları izler. Birazdan kalem işini bitirir ve ortaya leziz mi leziz hikayeler çıkar. Yazarın yaşadığı bu anın adı pozitif psikolojinin meşhur kavramı AKIŞ'la anlatılır. Bu akış anında yazar; çok iyi bildiği bir coğrafyada, çok iyi okuduğu insan yüzlerinin arasında ve çok yakından izlediği hikayelerin içinde yalın ayak dolaşır. Yazarın gezmesi bitip, başını kaldırdığında ortaya yeni bir hikaye çıkmıştır. Mustafa Çiftçi böyle bir yazar. Neredeyse yazdığı bütün hikayeleri bizzat yaşadığını düşüneceğiniz kadar hikayelerinin içinde gezen bir yazar. Bu nedenle hikayelerini yazmadan evvel ders çalıştığını falan düşünmüyorum. 😊😊  
Yozgat Bilgi Kitabevi işletmecisi
kardeşim Ahmet, yazardan imzalı bir kitap gönderdi.
Hem yazara, hem kardeşime teşekkürler. 😊 

"İnsan sıcağı öyküler" diye çok klişe bir laf var. İşte Ah Mercimeğim'in içindekiler öyle sıcak. Yakanızdan kavrayan hikayeler var kitapta. Sümüğünüzü çeke çeke ağlatacak hikayeler. Hepsi gerçek, hepsi acıklı, hepsi komik ve hepsi bize benzeyen hikayeler...   





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder